3 Şubat 2012 Cuma

Cüceloğlu ile Gönlünün Muradını Yaşamak

Röportaj: Burçin İvren
Cüceloğlu ile Gönlünün Muradını Yaşamak
 Ben hiçbir zaman kendimi kişisel gelişim uzmanı olarak görmedim. Benim çabamı şu şekilde özetleyebilirsiniz; Bireyin kendisi olmasına ve bireyin özgürlüğüne saygılı olma ortamına hizmet. Bireyin kendisini keşfetmesi çok önemli. Çünkü yaşam çok bireysel bir süreç. Herkesin içinde doğmuş ve bu şekilde ölmüş olabilirsiniz ama yaşamınız bireysel; içinizde oluşan mutluluk ya da mutsuzluk duygusu tamamen bireysel bir hadise
 Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu

Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı Derneği yararına Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu`nun "Kendi Yaşamında Varolmak" adlı konferansı vardı. Konferanstan önce, röportaj yapma isteğim olduğu için, Doğan Cüceloğlu’nun kaldığı İzmir Görme Özürlüler Kitaplığını Kurma ve Yaşatma Derneği Başkanı Gültekin Yazgan’ın evine hem dernek kurucuları ve yapmakta oldukları hizmet adına bir tanışıklık sağlamak hem de rahat bir sohbet ortamı oluşması gereğince davet edildim.  
Sohbetimiz adına keyifli vakit geçirmiş oldum. Hem de, Doğan Cüceloğlu’nun ithafen dediği gibi ‘biz bilincine sahip sessiz kahramanlar’ ile tanışmış, onların Avrupa standartlarında sesli ve kabartma yazılı kitaplar üreterek, kopyalarını nerede olursa olsun Türkçe kitap okumaya ihtiyacı ve isteği olan görme özürlülerin kullanımına sunma hizmetlerine, bu uğurdaki mücadelelerine tanıklık etmiş oldum. 
Bu konuya özel olarak başka sayıda yer vereceğimden dolayı, sohbet tarzında gelişen Doğan Cüceloğlu ile paylaşımımızın bir bölümünü aktarıyorum. İçerikteki samimi havanın, özellikle basıma da yansımasını istediğimden dolayı, aradaki konuşmaları kesmeden olduğu gibi aktarmaya dikkat ettim. 
Röportaj: Burçin İvren


Yaşamınızdaki öğrenme, kendinizi fark etme ve yaşamdan kendinize bir anlam çıkarma süreci nasıl başladı? 
Doğan Cüceloğlu: Benim yaklaşımım şu; ben sürekli insanın ne olduğunu gözlemleyen bir tavır içerisinde ve bilimsel yönden olgunlaştıkça şunun farkına vardım ki çocuk, insan olarak doğduğunda öyle bir şekilde donatılmış potansiyel olarak doğuyor ki, bu sorduğunuz soruya ‘doğarken beraber’ cevabını vermeye başlıyor farkında olmadan. Yani doğarken beraber bir çocuk, ben kimim sorusunun cevabını, çevrede kendisine nasıl tepkide bulunulduğuna göre kaydetmeye başlıyor. Örneğin çocuğun çevresinde ağladığı zaman birileri ‘şşş’  mı diyor, ya da ‘ ne oldu tatlım ’ diye mi konuşuluyor? Böylelikle çocuk ben sevilecek kabul edilecek birisiyim ya da istenmeyen birisiyim’ yönüne doğru gitmeye başlıyor. 
Benim kendi hayatımda, ben okuma yazması olmayan ama Türk anasının normal sevecenliği içinde sevgiye doymuş bir çocuk olarak büyüdüm. Ama annem ben 10 yaşındayken öldü. Ben 10 yaşındayken annemin ölmesi,  ‘ yaşam ne, ölüm ne, yalnızlık ne? ‘ konusunda bana doğrudan izlenimler verdi. Esas benim farkında oluşum o zaman başladı ve şimdi baktığım zaman görüyorum, müthiş bir kaygı ve korku içerisinde yani ‘babam da ölebilir, herkes ölebilir, yapayalnız kalabilirim’ duygusu içerisinde ben şöyle bir yol izlemişim: Senin hayatta kalabilmem için, insanların seni sevmesi lazım. Onun için senin ne istediğin önemli değil, onların ne istediği önemli. Yani herkesi memnun etmek üzerine kurulu bir hayat felsefesi. Bunu fark etmem doktora programından sonra oldu benim.1976-1977 yıllarında Amerika’ya gitmiştim. Orada iletişim gruplarına katıldım. Birisi dedi ki sen herkesi memnun etmeye çalışan bir insansın ama farkında değilsin. 
Ve o zaman başkası da öyle düşünüyor mu dedim bu grupta? Evet, seni seviyoruz ama hayatına yazık oluyor dediler. Ve oradan bir yolculuk başladı. Bu süreç beni daha çok kendimde dahil olmak üzere insanların iç dünyasını gözlemlemeye, bu iç dünya davranışlarına nasıl yansıyor onu anlamaya ve böylelikle yazarlığa doğru götürdü. 
Hani dediniz ya on yaşında anneniz vefat etmiş. Şimdi bir açıdan bakarsak bu, bir çocuk için çok kötü bir durum ama bir açıdan daha bakarsak, şu anki konumuzun başlangıcı oraya ait. O yüzden aslında hayatta bir sebep sonuç ilişkisi de var değimli? 
Doğan Cüceloğlu: Haklısın ve böyle düşününce de şu halkın sözü anlamlı geliyor  ‘Allahın her işinde bir hayır vardır.’  Yeter ki sen yaşamını dürüstçe, içindeki koşullar ne ise hakkını vererek yaşa hadisesi… 
Psikoloji üzerine eğitim aldınız. Türkiye’de bireysel gelişim anlamında yazılmış kitapların en kaliteli öncülerinden birisiniz. Siz psikoloji alanını farklı bir pozisyona getirdiğinize inanıyor musunuz?
Doğan Cüceloğlu Psikoloji dendiği zaman Türkiye’de genelde akla hemen klinik psikoloji geliyor. Psikoloji esasında 8 büyük alanı var. Bunlardan bir tanesi klinik psikoloji. Ben bir psikologum ama benim alanım iletişim psikolojisi. İnsanlar arasındaki ilişkilere bakan birisiyim. Kişinin sağlıklı ya da sağlıksız olmasının temel kaynağı; onun ilişkiler ağı içerisinde sağlığı. Ben hiçbir zaman kendimi kişisel gelişim uzmanı olarak görmedim. Benim çabamı şu şekilde özetleyebilirsiniz; bireyin kendisi olmasına ve bireyin özgürlüğüne saygılı olma ortamına hizmet. Bireyin kendisini keşfetmesi çok önemli. Çünkü yaşam çok bireysel bir süreç. Herkesin içinde doğmuş ve bu şekilde ölmüş olabilirsiniz ama yaşamınız bireysel, içinizde oluşan mutluluk ya da mutsuzluk duygusu bireysel bir hadise. Kaynakları dışarıda ama yaşamınız bireysel. Böyle olunca benim adımlarım: 
-Senin bu evrende kendi başına bir yolculuğunun olduğunun farkına var
-Kendi başına bireysel bir yolculukta neyi gerçekleştirmek istediğinin farkına var.
-Bu gerçekleştirmek istediğin yolculuk senin gönlünün yolculuğu mu, senden beklenilen şey mi?  
İşte annem babam bekledi. Şundan dolayı şunu oldum. Esasında şunu seviyordum ama bunun maddi olanakları daha güzeldi vs. Bu durumdaki yaşamlara sahiplenilmiş yaşamlar, kiralık yaşamlar diyebiliriz. Anneme kiraya verdim yaşamımı o oturuyor, babam oturuyor, dedem oturuyor. İşte şu ideolojiye kiraya verdim yaşamımı, o ideoloji beni yönetiyor. 
İşte ben bunun farkına varılmasına taraftarıyım. Bütün yaptığım bu farkına varılma hadisesi. Ve hiçbir zaman ben kişisel gelişimin reçeteler ile olabileceğini sanmıyorum. 
Mesela; ‘Gerçekten dinleyin, vereceğiniz cevabı düşünmeden can kulağı ile dinleyin’ reçetesini ele alalım. 
Önce neden dinlemediğini keşfetmen lazım. Çünkü birisi zorla oraya getirtilmişse, konuşulan konu hitap etmiyorsa, ilgini çekmiyorsa ‘dinle’ demekle bir şey olmaz. O bakımdan benim yaklaşımım bu tip kişisel gelişime uymaz.  
Benimki:
-Önce anla,
-Kendin olabilme cesaretini nereden bulabilirsin araştır. 
Kendin olma cesaretini bulmadan gerisi hep lafta kalır. O bakımdan bireyin, bir önemi yoksa toplumda, ait olmak çok baskınsa, kişisel gelişimin olması etkisiz kalır. Örneklersem, kimliğim benim değil ki, kiralık. O zaman hepsi –mış gibi oluyor. Benim ‘Mış Gibi Yaşamlar’ adlı kitabımda bunlardan bahsettim. 
Türk toplum yapısındaki çocuğu yetiştirme tarzı bana kalırsa, bireysel gelişim bilgilerine göre ters. Çökük bir çocuk alıyoruz, kendini topluma kabul ettirmeye çalışan bir çocuk, azarlanan sevilmediğini hisseden bir çocuk. Bu çocuk daha sonra, kişilik gelişimi evresinde sorunlar yaşıyor. Türk toplumundaki çocuk yetiştirme tarzında bana göre yanlış olan, ama artık bir parçası olduğumuz bu aile eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Doğan Cüceloğlu: Kesinlikle hemfikirim. Ana baba bunu yaparken kötü niyetli değil. Onun da bildiği bu. Çocuğunun bireyselliğini çalarken, çaldığının farkında değil. Ben buna kalıplama modeller diyorum. Sevdiğinden dolayı bunu yapıyor ama. Onun için yeni bir slogan geliştirdim. Önce saygı, saygının olmadığı yerde sevgi yoktur.  
Ben şimdi bir kitap bitirdim. Zannedersem Ocak 15’e doğru çıkacak. Korku Kültürü adında. Ve bu  ‘Mış Gibi Yaşamlar’dan sonra yazılmış olan ve devamında bir kitap. Ve 3 kişi ile sohbet içinde oluşturuyorum bu kitabı. Oğlum Timur, Öğretmen Arif Bey ve ben 
Hım çok güzel. İsminden tahmin edebiliyorum içeriğini. Sevilmeme korkusu, reddedilme korkusu kabul edilmeme korkusu vesaireyi mi anlatıyor? 
Doğan Cüceloğlu: Korku kültüründe korkulacak bir otorite vardır.  O otorite çocuğun  ne olması gerektiğine karar verir. Çocuğun kim olduğu değil, ne olması gerektiği önemlidir. O zaman çocuk, kim olduğu ilgilenilmediğinde, kendinden bir yabancılaşma ve iç yalnızlığa düşer. Böyle olunca, kitapta bir pasaj var diyor ki; yaşamlarımız niye şevkli değil? Şöyle bir cevap geliyor. Hapishanelere git. Ay ne güzel hapishane diyen bir mahpus göremezsin. Ve hiç kimse  hapishanedeki hayatımı mükemmel yapacağım, mükemmel bir mahpus olacağım diye güdülenmemiştir .Korku kültüründe yetişen insanların da coşkusu bu nedenle yoktur.Örneğin; kişi makine mühendisi çıkıyor, okulunun birincisi olarak mezun oluyor ve mezun olduğu gün, diploması verildiği gün, ağlıyor ve diyor ki; “Ömrümün geri kalan hapishanesine bugün kesinlikle adım attım” diyor. Neden diye sorduklarında, “ istemedim ben bu mesleği” diyor. “Babamı memnun etmek için. Ve bir daha da meslek seçme fırsatım elime geçmeyecek.” Şimdi sen gel bu insana bu kişisel gelişim sözleriyle mutlu ettir.! Ondan dolayı benim bu anlamda kişisel gelişim uzmanı olarak algılanmak istemiyorum. Ben en güzel bu fikirlerimi ‘Savaşçı’ kitabımda yazdım. 
Şimdi bir insanın hayatında her an için gözlemleyen bir bilinci vardır. Mesela şimdi sen geldin burada oturuyorsun, hayatının bir parçası. Sana şu soruyu soracağım. Yüzde kaç buradasın şimdi şu anda?  
%90  
Doğan Cüceloğlu:  Peki  bu işi sevmesen başka birisi seni zorla göndermiş olsaydı, mecburiyetten dolayı röportaj yapacak olsaydın, bu derece bu kadar yüksek olur muydu?
Hayır olmazdı. Maksimum %40 olurdu. O da yazı hazırlamak zorunda olduğum içinJ Gereklilikten kaynaklanan bir durum olurdu. 
Doğan Cüceloğlu: Ne beni anlamakta zorluk çektin, ne de hesaplamakta zorluk çektin. Pat diye söyledin. Baki verdin içine % 90 dedin.
Şimdi bir gün bittiği zaman içimizdeki o muhasebeci gözlemleyen bilinç, bakarsan eğer üç saniye versen yeter. Bugün be ne kadar hayatımdaydım, ne kadar kendi hayatımı yaşadım? Dersen gözlemleyen bilinç sana o ortalama rakamı verir. Haftanın sonunda sor. Yılın sonunda sor. Ömrünün sonunda sor. Ömrün sonuna doğru içindeki muhasebeci diyor ki; ‘Alo, çok zaman kalmadı diyor J, kalbin teklemeye başladı, sağlığın gidiyor, saçlarına ak düştü, nefesin kesiliyor artık sen merdivenleri çıkarken. Ne zaman sen kendi hayatını yaşamaya başlayacaksın? İşte o zaman insanların yüzleri asılmaya başlıyor. Yollarda görürüsün, yaşanmamış yaşamlar… Eric From diyor ki; “Dünyadaki bütün kötülüklerin ve savaşların kaynağı, yaşanmamış yaşamlardır ” O nedenle yaşayabilmek ve gönlünün muradını yaşayabilmek savaşçı stili gerektirir. Kendin olabilme cesareti gerektirir. 
“Gönlünün muradını Yaşamak, Savaşçı Stili Gerektirir!”
Kendimden biliyorum :) Mücadele gerektirir. Sizin bir kitabınız vardı ‘İçimizdeki Çocuk’ diye. Oradan bahsettiğinize göre, içimizdeki çocuk ile konuşmamız ve sevgi alış verişi yapmamız gerekiyordu. Ben 15-16 yaşlarımdayken kendi başıma bir odaya gider, kitabınızda bahsettiğiniz çalışmaları yapmak için kağıt kalem alır, kendimle konuşur ve bunlar için dosya tutardım.. Şuan da 21 yaşındayım ve baya şeyleri geliştirdim yaşamımda.
Doğan Cüceloğlu: Baya önemli adımlar atmışsın.O nedenle dikkat edersen farkına varmak ve anlamak başka bir şey. O yüzden gönlünün muradını seçmek ve bundan gelen yolculuk uzun sürecek ama bir adım atmak lazım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder