3 Şubat 2012 Cuma

Kuantum Bilgileri Işığında Rezonans

Yazar: Kevser Yalçın Şubat 2010
Kuantum Bilgileri Işığında Rezonans
Uzun zamandır üzerinde inceleme yaptığım ve önemle durmaya çalıştığım bir konu var: Rezonans.  Kelime olarak bile söylendiğinde (ister yüksek sesle ister içinizden) anlamını taşıyor: Titreşim. Hem bilimsel yönden önemi büyük, hem de günümüzdeki bir takım ruhsal ve enerji boyutundaki çalışmalara açıklayıcı niteliğinde ışık tutan bir konu.  Kuantum keşfinden sonra önem kazanmaya başlayan Rezonans, bazı sırları, gizemleri açıklamada önemli rol oynuyor.
Mühendislikte "genliğin sonsuza gitmesi" deniyor. Periyodik olarak bir nesneye salınım uygulayınca, normal durumuna göre yaptığı yer değiştirme miktarı "genlik"tir. Eğer bu genlik o nesnenin doğal frekansına eşit olursa genlik sonsuza kadar artar işte buna REZONANS denir.
Frekans ise 1 saniyedeki titreşim sayısıdır. Her cismin, her maddenin, her organın, kısacası tüm sistemin bir frekansı vardır. Yani evren titreşen canlı bir organizedir. Böylelikle sabit gördüğümüz tüm madde âlemi titreşen canlı bir organizedir.
Şimdi, uygulanan kuvvetin frekansı, uygulanan nesnenin frekansı ile aynı olursa, frekansın büyüklüğü artar buna REZONANS denir.
Bu kadar teknik bilgi yeterli sayılır bence. Bir kaç örnek verip daha sonra asıl konuya gelmek istiyorum.
Yani fiziğin spritüellik ile nasıl bütünleştiğini anlamak adına. Kuantumun keşfinden sonra bu çok daha kolay oldu. Görünmeyen evrende olup bitenlerin keşfi, artık bir takım gerçekleri gözler önüne seriyor.
Rezonansa en büyük örnek Deprem olayıdır.
Depremlerde binaların yıkılmasına neden olan da rezonans olayıdır. Salınımlar binanın doğal frekansına eşit olduğunda, bina artan genliğe ve bunun neden olduğu gerilime dayanamayarak yıkılır.
Deprem pek olumlu bir örnek olmasa da, anlama bakımından en önemli açıklayıcı örneklerdendir.
Rezonansın hayatımıza çok büyük katkıları olan iyi yanları da var:
Elimizdeki radyo frekansı, radyo istasyonundaki alıcının frekansı ile çakıştığı vakit, genliğin artması sonucu, radyo yayını almaya baslar. Aynı şey, TV ve cep telefonları için de geçerli örnektir. 
Kuantum Düşünce Tekniğinin Temeli de Rezonansa Dayanıyor
Günümüzde popüler hale gelen ve binlerce yıldan beri pozitif düşüncenin günümüze uyarlanmış hali olan, Kuantum Düşünce Tekniği'nin amacı ve temeli de buna dayanıyor bir bakıma.
Belli bir düzen ile belli sayıda söylenen söz ya da üretilen düşünce sizi değiştiriyor. Düşünce sisteminize yerleşmiş sizi olumsuz yönde etkileyen bir takım takıntılı düşüncelerin, kalıpların yıkılmasına yol açıyor. Her düşüncenin bir frekansı var, siz tüm varlığınızla kabul etmiş olduğunuz ve hayatınıza geçirmeyi istediğiniz hayalleri, istekleri, planları cümle halinde ne kadar tekrarlarsanız, ne kadar güçlü imajine ederseniz, evrenin ruhu sevgi enerjisi ile REZONANS'a giriyorsunuz ve düşünce sisteminizdeki değişim, sizin kaderinizi değiştirmeye kadar  gidebiliyor. Hemen olmuyor ama zamanla değişim gerçekleşiyor. Eskilerin deyimiyle “kırk kere söylersen olur”, “iyilik yap denize at, kimse bilmese mevlam bilir” “iyi düşün iyi olsun” “hayırlı olsun”  pozitif düşünce kalıplarının bir bakıma açıklaması buna dayanıyor. Bu yeni bir şey değil, insanoğlu varolduğu sürece pozitif düşüncenin önemini destekleyen binlerce söz, deyim, kutsal metinler ve akışlara rastlamak mümkün. “”Sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir” Şems-i Tebriz bunu bin yıl önce söylemiş. Gönlünün bunu istemesi ve değişmesi gerektiğini önemle vurgulamış. İnsanların gönülleri kalpleri değişmediği sürece de dünya değişmeyecek. 
İlahi Rezonans Durumu
Bu, edilen dualarla da ilgili. Bazı duaların belli sayılarda söylenmesi, duanın kabul görmesi ile doğru orantılıdır. Çünkü siz gerçekleşmesini istediğiniz ve bunu dua yoluyla Yaradan’a ilettiğiniz kelimeleri, benimsemiş ve tüm fizik hücrelerinize, düşünce sisteminize kabul ettirmiş oluyorsunuz. Yani tüm benliğinizle kabul ettiğinizin yayınını yani titreşimini yapmış oluyorsunuz. Bu titreşim benzer benzeri çeker kanunu vasıtasıyla İlahi Sevgi Titreşimiyle rezonansa geçiyor.
Kalp gözünün açılması, anlayışın değişmesi, Yaradan ile bütünleşme.... Zikir ile yapılan dualar ve Mantra ile yapılan meditasyonlar da bunlara örnektir... (bunlar bireysel olarak örnekler)
Ayrıca zikr’in beyin dalgalarını düzenleyici özelliği de vardır. Pozitif olumlu bir zikr, titreşim sayesinde beynin hücrelerini faaliyete geçirmektedir.
“Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim” (Bakara 152)
Evrensel sevgi dönüşümünü, Yaradan sevgisinin varlıklar arasındaki iletişimini, titreşimini, en iyi açıklayan ayetlerden biridir. Kuantumun bilgileri ışığında rezonans bilgileriyle bunun ne kadar önemli olduğunu da anlamış oluyoruz.
Eskilerin el alma olayı, ya da günümüzde enerji boyutundaki şifa çalışmalarındaki uyumlanmaların temeli de,  siz karşınızdaki kişinin titreşimi, frekansı ile uzaktan ya da yakından, aynı rezonansa girdiğiniz için (niyet ve düşünce) uyumlanıyorsunuz. Frekans aynı, niyet aynı, düşünce aynı. Aynı rezonansta titreşimi, ritmi yakaladığınızda güçlü bir etki ortaya çıkıyor.
Frekanslar aynı ise, ve birden fazla ise birlikte titreşerek, diğer titreşimleri de etkiler ve çok güçlü bir REZONANS ortaya çıkar.
Sevgi evrende var olan en büyük rezonans örneğidir. Sevgi bir titreşimdir ve Yüce Yaradan’ın sonsuz sevgisi sayesinde evren varlığını sürdürmektedir.
Gerçek aşk, yani ilahi aşk da, bir rezonans durumudur. Huşu halinde olmak, transa girmek de, Allah’ın evrende var olan, her zerreye işlemiş olan yüce sevgi enerji ile rezonansa girmektir. Yani aynı titreşimsel ritmiyakalamaktır. O ritim yakalandığı ve sürekliliği sağlandığı sürece, ilahi aşkla dopdolu olunur.
İnsan o ilahi enerjiye, sevgi enerjisine ne kadar yoğunlaşırsa, düşüncelerini, bedenini ve ruhunu rezonans durumuna getirir.
Toplu meditasyonlar, dünya barışı için yapılan toplu eylemler, pozitif düşünce meditasyonları, ortak şifa çalışmaları, aşk, telepati, telekinezi.... bir orkestrayi dinlerken rezonansa geçmeniz...
Tüm bunların oluşması için, ortak titreşim ve bütünsel bir enerji alanının oluşması gerekir. Olmaz ise rezonans olmaz.
Yani rezonans boyutuna geçilmesi için, her cismin, her insanın, her düşüncenin ortak olması ve bütünlük sağlaması gerekir ki, enerji alanı oluşsun ve etki yapsın.
Düşünce bir enerjidir fakat yoğunlaştığı zaman maddeleşebilir. Bunu kullanan ya da kullanabilen insanlar (Uri Geller*), düşüncesini yoğunlaştırdığında karşısındaki cisim ile rezonansa girerek onu hareket ettirebilir eğip bükebilir...
Işınlama; maddeyi kimyasal çözündürmeye uğratmadan orijinal fizik yapısını koruyarak manyetik rezonans enerjisiyle maddenin atom-altı zerrelerinin enerjisine ait ‘n’ boyutunu belirleyen ana vibrasyon hızı üstünde değişiklik yaratarak maddeyi farklı bir zaman çerçevesi (fazı içerisine kaydırı ''gravitasyonel bir dalga sapanı etkisiyle'' uzaktaki alıcı kabine doğru rezonanssal bir çekim etkisi altında kaydırmaktır. gelecekte boyle bir zaman deliğinden ışınlanmak mümkün mü?

100 Maymun Deneyi
1952'de Koshima Adası'nda bilim insanları maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakıyorlar. Bu adanın maymunları da tatlı patatesin tadından hoşlanıyor ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmiyor. Ama can boğazdan gelir diyerek kumlu da olsa tatlı patatesleri yemeye devam ediyorlar.
Bir gün, on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun bu soruna bir çözüm buluyor, İmo, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl ediyor. Bu buluşunu annesine de öğretiyor, İmo'nun arkadaşları da patateslerini yıkayarak yemeyi öğreniyor ve kendi annelerine de öğretiyor. Bu yeni davranış biçimi bilim insanlarının gözleri önünde, yavaş yavaş maymunlar arasinda yayılıyor.
1952 ve 1958 yılları arasinda genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu tatlı patateslerini yıkamayı öğreniyorlar. Bu daha sağlıklı ve zevkli yeni davranış biçimini çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen yetişkin maymunlar da kazanıyor. Yeniliklere açık olmayan, çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, kendi bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam ediyor. 1958'in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Koshima maymunlarının bir kısmı (diyelim ki 99 maymun) artık patateslerini suda yıkayarak yemeyi öğrenmiş oluyor.
Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılıyor. İşte o an her şey değişiyor. Aynı günün akşamı, adadaki hemen hemen tüm maymunlar, patateslerini yemeden önce yıkamaya başlıyor. Yüzüncü maymunun ilave enerjisi her nedense devrim yaratıyor!
Ama hikâye bitmedi. Bilim insanlarını şaşırtan asıl sürpriz, bu adayla doğrudan bir ilişkileri olmadığı halde, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda patateslerini yıkamaya başlamaları... Yeni bir düşünce ve davranış tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, bu yenilik, mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihne aktarılabiliyor.

Belirli Sayıda Düşüncenin Değişim Enerjisi mi Etkili?
Yüzüncü Maymun Fenomeni, bilimadamları tarafından yapılan deneylerden biri. Tabii yüzüncü olması mı etken yoksa, doksan dokuz da yeterli mi bilemiyoruz. Yüz canlının oluşturduğu değişim enerjisi, diğer başka yerlerde benzer canlıları da etkilemesi çok ilginç. On sekiz aylık İmo isimli dişi maymun'un patatesi yıkaması düşüncesini de oradaki herhangi bir bilimin sanının beyninden telepatik olarak almadığı ne malum! Yani onunla rezonansa geçmiş ve bilgiyi almış olabilir.
Belki DNA zincirimizde bu kayıtlı. Böyle bir değiştirme gücü insanlara verildi. Belki bu yüzden tek bir canlının yaptığı değil, belli bir sayıdaki canlıların oluşturduğu değişim enerji alanı tüm canlıları etkiliyor. Bu değişim alanı rezonans yaratarak değişimi meydana getiriyor.
Fakat şu da gerçek ki, dünya üzerinde, YENİ yi getirip de önce aşağılanmayan, hor görülmeyen, hatta çok daha ciddi işkencelere maruz kalmayan bir insan görülmemiştir.
Dünya yuvarlak ve dönüyor diyen Galileo Galilei'nun trajik öyküsü, 366 yıl sonra Vatikan tarafından itibarinin geri iade edilmesi vb. gibi yüzlerce hayat hikayeleri.
Önce kabul etmeyen, sırt dönen, hatta uğruna savaşlar yapılan, daha sonra yüz binlerce insanın kabul ettiği öğretiler.
Bir kişinin değişimi diğerini ve yüzlerce insanın birbirini etkilemesiyle, diğer farklı bölgelerdeki insanların da bundan etkilenmesi.
Bu tamamen bize, enerji alanı içerisinde bir bütün'de yaşadığımızı gösteriyor. Bizler sadece 5 duyumuzla değil, görünmeyen enerji dalgaları içerisinde olduğumuzu etkileştiğimizi haberleştiğimizi anlatıyor. Atom altı partiküllerinin birbirleriyle ışık hızının 4 katı hızla haberleştiğini biliyoruz. Biz de atomlardan oluşan bir bütünsel varlıklarız.
Yüzüncü Maymun Fenome'ninde yüzüncü maymunun değişimi, başka adalardaki maymunların da bundan habersiz olarak aynı değişimi yaşaması, aynı hareketi yapmaları, dünyadaki bir çok soruya da cevap niteliği taşıyabilir.
Binlerce yıl önce dünyanın bir çok uzak mesafelerinde birbirlerinden habersiz toplumların oluşturdukları yapılar, piramitler, yaşayış tarzları, benzer tarafları, icatları arasındaki benzerliklere ışık tutacağına eminim. Burada matematiğin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Aslında matematik öyle derslerde korkulu hale gelen bir sistem değil. Tüm yaşayış biçimi, tüm evren, insan matematik ve rakamlar üzerine destekli.
DNA sarmalımızdan tutun, kromozom sayılarımıza, kan sayımlarımıza, kalp atış sayımıza kadar, her şey belli bir düzen matematik sayılarından ibaret. Biri eksik olsa, biri fazla olsa neler olduğunu bilebiliyoruz.
Bu yüzden, bu dünyada matematiğin bir düzen içerisinde çok önemli olduğunu görebiliyoruz.
Belli bir sayının üretilme aşamasında rezonans oluşturması değişime yol açabiliyor.
Bu yüzden 99 değil de 100. Bunu bilemeyiz.
Bilimsel araştırmalar her geçen gün, bunu bize kanıtlıyor.
Bu sadece maymunlarda olan bir durum değildir. Yapılan araştırmalarda, Ağustos böceklerinin ve kurbağaların da aynı ritmi yakalayarak seslerini birbirlerine koordine ederler. Bitkiler de birbirleriyle bilinçli titreşim halinde haberleşebilirler. Ve insanların ruh hallerinin yaydığı titreşimler onları büyük ölçüde etkiler. Bu bilimsel deneylerle ispatlanmış durumdadır.

Dünyanın Rezonansı Schumann Rezonansı
Evrenin her zerresinin bütünsel ya da  organizma durumunda frekansı, titreşme sayısı vardır demiştik. Dünyamızın da zemin temel frekansı, ya da kalp atışı vardır. Ve sayısı coğrafi bölgelerde farklılık gösterse de, ortalama ölçüm saniyede 7.8 devirdir. Askeri haberleşme sistemi bu frekans üzerine geliştirildi. Dünyanın titreşimi, insanlar üzerinde de oldukça etkilidir. Çünkü zaman, mekan anlayışlarımız, kavrama ve düşünce sistemimize büyük bir etkisi vardır. Biz zamanı, dünyanın titreşimine göre algılıyoruz. Fakat titreşimdeki değişiklik, zaman kavramımızı da büyük ölçüde etkiliyor. Eskiye dayalı, zaman kavramlarımızda değişiklik olduğunu hissetmeye başladık. Çünkü rezonansın yani titreşimin algılarımıza ve hislerimize etkisi çok önemli ve büyüktür. Ne kadar hızlı titreşme olursa o kadar süptil bağlantılarımız kuvvetlenir, algılarımız ve anlayışımız değişir, hislerimizde büyük ölçüde değişim meydana gelir. Çünkü bizler de atomlardan meydana geliyoruz. Dünyanın titreşimi, bizim de titreşimimizi etkilemektedir.
Son ölçümlerde dünyanın rezonansı, binlerce yıldan beri sabit olandan farklı olduğu görüldü. Ve son raporlara göre 11 devire ulaştı, yükselmeye devam ediyor. “Zaman hızlandı, gün bize yetmiyor” gibi yorumların açıklaması buna dayanıyor. Aslında gün 24 saat, fakat hissedilen 16 saat gibi. Titreşim ne kadar artarsa, soyut evrenle bağlantılarımız o kadar yakın hale geliyor. Ruhsallığa daha yakın bir insanlık. Yeni anlayışa sahip, dünyanın yeni titreşimsel boyutuna uygun çocuklar doğuyor. Bitkiler ve hayvanlar ise bu titreşime ayak uydurabilen canlılar. Çünkü dünya onlara ait, onlar dünya canlıları. Bizler ise dünyada yaşayan bir türüz. Dünya insanlar olmadan da var olabilir, yeni yaşam biçimleri ortaya çıkabilir. Fakat insanlar dünya var olmadan asla varolamazlar. Yaşayabileceğimiz en uygun gezegene, sanki bizim oyuncağımız muamelesi yapmaktan bir an önce vazgeçmeli, onun değişen durumuyla rezonansa girmeliyiz. Çünkü gezegenimiz kendini yeniliyor, değiştiriyor, değişime ayak uyduruyor. Artık biz insanların da bunu bir an önce anlaması ve uyum sağlaması gerekiyor.

Değişim Başladı!
Ekonomik kriz, küresel ısınma, çağın vebası haline gelen stres, teknolojinin gelişmesinin doğaya verdiği doğal zararlar, toplumsal sıkıntılar çağımızın en büyük sorunları haline geldi. Aslında bu sıkıntıları insan kendi kendine yaratıyor. Toplum yaratıyor. Ortaya korkutucu bir enerji titreşimi yayan düşünce atılıyor. Ve insanlar bundan korkuyor. Ortaya atılan düşünce titreşimi ile bir rezonansa giriliyor. Ve korkan insan sayısı arttıkça rezonans olayı daha da genişliyor ve ister istemez bir felakete sürükleniyorlar. Kıyamet korkusu, deprem korkusu, 2012 yılı korkusu, uzaylıların istilası korkusu, Grip korkusu, Kene korkusu, Ekonomik kriz korkusu, işsizlik korkusu vs.
Bu korkular ortaya atılıyor çünkü sistemin değişmesi istenmiyor. Herkes uykuda kalsın isteniyor. Sıkı sıkı tutunduğu şeyler onu uyutsun, rahatı yerinde olsun isteniyor. Ve insanlar eski sistem neyse ona sıkı sıkı tutunuyor. Ama değişim öyle hızla geliyor ki, her bir darbeyi sancılı hissediyoruz. Bundan 5-10 yıl önceye kadar vurdumduymaz davranabiliyorduk. Fakat değişim her canlının kapısını çalmış durumda.
Canlıların temel ihtiyacı nedir? Barınmak, Beslenmek, Neslin devamı (üremek)...
En çok korkulan şey : Aç kalmak ve  ölüm (dezenkarne)
Krizin ana temel noktası bu.
Aç kalmak korkusu. Ve ölüm korkusu.
Kimse aç kalmayacak aslında. Bu dünya tüm insanlara yeter ve dünya ana tüm insanları doyurur. Oysa, insanlık, aç kalma ve ölüm korkusu yüzünden, ağaçları kesiyor, ormanları yok ediyor, çevreye zarar veriyor, sonucunda da su bitiyor, teknoloji havayı kirletiyor, ekolojik sistem parçalanıyor sonucunda yine bize dönüyor. Ortaya kriz çıkıyor.
Bu değişimde herkes bir panikte. Acaba aç kalır mıyım? Acaba elimdeki mal varlığı yok olur mu? Param biter mi? Hastalanır mıyım? Herkes çığrından çıkmış, ben zarar görür müyüm? Paylaşırsam gelirim azalır mı? Ben iyi olayım da herkes ne hali varsa görsün endişeleri yaşıyoruz.

Sırların Sırrı Rezonans mı?
Tekrar konumuza geri dönecek olursak. Her şey bir enerji. Düşünce bir enerji. Madde bir enerji. Enerji hem titrer hem salınır. Evren titreşen salınan enerji bütünü. Ve her şeyin bir titreşme sayısı var. Örneğin insanlar 62-64 Hertz titrerler. Hertz, saniyedeki titreme sayısı demektir.  Organların da titreme sayıları bellidir. Ve işin ilginç yanı bir karaciğerin, böbreğin kalbin ne kadar titrediği biliniyor. Cihaza giriyorsunuz, bütün vücudunuzu tarıyor ve titreme sayılarının farklılığından, azalmasından sorun olduğu tespit edilebiliyor. İşte şifacıların da yaptığı bu. Elektriksel akımın geçmediği yerlerde sorun olduğu bazı hassas insanlar tarafından tespit edilebiliyor. Ve oraya şifa verme yöntemleriyle, yani elektrik geçmeyen titremesi farklılık gösteren organ ile rezonansa giriliyor. Ve şifacı belli düşünce ve niyet ile oradaki titreşimin eski haline dönmesini sağlayıcı şifa yöntemini uyguluyor. Şifa da aslında, niyet ile niyeti kabul eden arasındaki rezonanstır. Kabul ettiğiniz anda karşınızdaki insanın düşünce niyeti ile rezonansa girmiş oluyorsunuz ve iyi niyet titreşimleri alıyorsunuz. Zihniniz kabul ettiği anda olumlu etki yaratıyor ve benzer benzeri çeker kanunu işleme başlıyor. Ve rahatsız organ zamanla iyileşme durumunu gerçekleştiriyor
Elbette burada çok önemli bir durum var. Hasta organın titreşim ve rezonans sayesinde şifalanması durumu ne kadar gerçekleşse de, kişinin bunu kabullenmesinin uzun sürmesi gerekiyor. Çünkü yeniden rahatsızlanmak mümkün. Hastalıkların tekrarlanması, zayıflayan kişilerin tekrar eski kilolarına dönmesi, sigarayı bırakanların bir gün tekrar başlaması gibi olaylar gerçekleşmesi bundan dolayıdır. Düşünce yapısı değişmediği sürece, düşüncelerimizin olumlu düşüncelerle rezonans halinde olmadığı sürece bu devam etme olanağı taşır.
Rezonans yani titreşim sadece, organlarda, maddesel alemde işlemiyor. Hani eskilerin deyimi vardır etme bulma dünyası diye. Bir olay gerçekleştiğinde, o olayla ilgili olan kişilerin etkileri, evrende bir enerji alanı yaratıyor. Ve o enerji alanı asla kaybolmuyor. Çünkü var olan yok olmuyor, yok olan var olmuyor. Sadece dönüşüyor. Bunu artık herkes biliyor. Kaybolma yok sadece dönüşme var. İşte o enerji alanı kaybolmuyor ve titreşime devam ediyor. O olayın derinliği, insanların o enerji alanını düşünceleriyle beslemeleri ne kadar yoğun ise, olaya sebep olan kişilere etki etmesi de muhtemelen kaçınılmaz oluyor. Çünkü sebep sonuç yasası işliyor. Benzer benzeri çeker kanunu işliyor. Enerji bütünü, olaya sebep olanlara etki etmeye başlıyor. Ve işte o zaman diyoruz ki, etme bulma dünyası hali gerçekleşebiliyor. Yapan kişiye olmasa da, onun soyunu devam ettiren kişilere de etkileri dokunuyor.
Anadolu’nun pek çok yöresinde, evlerin duvarlarına mavi boncuk, nazarlık gibi cisimler asma adeti nereden geliyor? Acaba gerçekten bilinçli yapılmış bir adet midir? Çünkü eşyaların negatifi çekme (kem göz ya da olumsuz bakış) ve sonra da evde başka bir eşya ile rezonansa girerek bu enerjiyi yayma özellikleri artık biliniyor. Evinize gelen kişilerin sizin hakkınızdaki düşünceleri eşyalarınıza sinebiliyor. Ya da sizin o an ürettiğiniz olumsuz bir düşünce, biriyle tartışırken sarf ettiğiniz olumsuz cümleler düşünce formları, eşyalara sinebiliyor. Ve bu form dalgaları titreşerek mekanın enerjisi ile rezonansa girerek yayın yapabiliyorlar. Bu yüzden evlere, nazar boncukları, bereket duaları asılır, adaçayı otu ile tütsülenir ve olumsuz enerjilerden korunduğuna niyet edilir. Çünkü bu işlem yapılırken iyi niyet ile asılan dua ya da nazar boncuğu, orada olumlu bir enerji yayar. Siz bilmeden olumlu enerjiyi yüklediğiniz eşyayı kapı girişine ya da evin en görünür yerine koyarsınız. Tüm olumsuz enerjileri absorbe edecen, mekanla rezonansa giren olumlu titreşim yayılmaya başlar.
Aslında rezonans bir çok sırlı olaylara ışık tutuyor. Etme bulma dünyası, ah alma, lanetli yerler, lanetli eşyalar, maji, büyü, kem göz, nazar değmesi vs. gibi olaylara bilimsel olarak ışık tutabiliyor. Çünkü rezonansa girdiğiniz herşeyle etkileşim halindesiniz. Bu yüzden düşünce temizliğinden bahsedilir. Düşüncen ve niyetin neyse sen de O’sundur. Çünkü düşünce titreşir, ve titreşen tüm enerji bütünleri ile iç içesin. Rezonansa girdiğin vakit etkilenmen söz konusu olur. 
Bilimsel çalışmalar ilerledikçe, aslında maddeciliğe dayalı bilimin, ruhsallık ile nasıl bütünleştiğini görmek gerçekten çok güzel. Ve bilimin, kuantum alanındaki çalışmalar sayesinde, ruhsallığı ve bütünselliği, fiziki evrenin dışında, görünmeyen evrenin varlığına güngeçtikçe yaklaşması kaçınılmaz oluyor. Ve birçok bilinmeyenin, açıklanamayanın temeline açıklayıcı ışık tutuyor.
Her zaman rezonans halinde kalmak kolay değil hatta imkansızdır. Aynı tınıyı, aynı ritmi, aynı titreşimi, aynı rezonansta olma halini sürekli kılamayız. Herkesin bir hayatı ve yaşantısı vardır ve bunu devam ettirmek zorundadır. Önemli olan, bu bilgilerin, bizim anlayışımıza katkıları ve bilinmeyenlere, soru işaretlerine biraz ışık tutması, az da olsa açıklama getirebilmesidir. 
Rezonans bilgilerinin, anlayışınıza katkı sağlaması ve ışık tutması dileği ile.
Açıklamalar:
(*) Uri Geller, 20 Aralık 1946'da TelAviv'de doğdu israilli psisik. Kimilerince eşsiz bir medyom olarak nitelendirilir. Özellikle, psikokinezi yetenegi sayesinde gerçeklestirdigi, el degdirmeden metal bükme gösterileriyle taninmistir.
Kaynaklar:
1-     Kuantum Dokunuş Şifa Verme Gücü – Richard Gordon
2-     Eşyaların Gücü Kitabı-Jean Droin
3-     100 Maymun Fenomeni gen bilim sitesi alıntı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder