3 Şubat 2012 Cuma

Röportaj: Burçin İvren
Haluk Berkmen ile Kuantum Fiziği
Röportaj: Burçin İvren

Kuantum fiziğinin altındaki temel düşünce nedir?
Her ne kadar Kuantum kuramı mikro dünyadaki atomları ve atom-altı parçacıkların davranışlarını açıklamayı amaçlasa da, bizlere yepyeni bir paradigma, bir dünya görüşü sunmaktadır. Kuantum görüşü sadece mikro âleme değil makro âleme de uygundur. Bu paradigmaya göre enerji kesikli ve süreksiz adımlar halinde yayılmakta ve bir nesneden diğerine aktarılmaktadır. Bu yaklaşım bize, hareketin de süreksiz ve kesikli küçük adımlarla gerçekleşmekte olduğu söylemektedir. Artık süreksizliğin doğanın temel bir özelliği olduğunu kabullenmek durumundayız. Enerjinin süreksiz aktarımı, her süreksiz adımda değişim oluşmasına yol açmaktadır. Böylece zamanda hareketin süreksiz oluşu, doğaya bakışımızı ve gerçeklik hakkındaki görüşlerimizi temelden sarsmaktadır. Bu durum sadece mikro âlemde değil, aynı zamanda makro âlemde de geçerli olduğunu kabullenmek için düşünce yapımızı ve varsayımlarımızı değiştirmemiz gerekecektir.   
Kuantum fiziğinin teknolojiye yansıması ne şekilde olmuştur?
Kuantum fiziğindeki süreksizlik tüm mikro elektroniği değiştirmiş, analog (sürekli) teknoloji yerine dijital (süreksiz) teknoloji gelişmiştir. Günümüzde kullanılan tüm bilgisayarlar, cep telefonları, uydu ile haberleşmeler ve HD televizyonlar dijital teknolojinin ürünüdürler. Küçük adımlara bölünen hareket sayesinde hata payı azalmakta hem ses hem de görüntü netlik kazanarak iletişimin berraklığı ve kesinliği sağlanmaktadır. Kuantum fiziğinin etkileyeceği bir diğer teknolojik alan da nano-teknoloji denen çok küçük ölçekli (milimetrik) alet ve makinelerin yapımı ve gelişimidir. Önümüzdeki yıllarda nano-teknoloji pek çok alanda yaşamımızın parçası olmaya adaydır. Özellikle tıbbi aletlerde ve robot sistemlerinde nano-teknoloji yaygın olarak uygulanacaktır. 
Bilimsel bir bakış açısına sahip olmasak bile; kuantum fiziği felsefesini; insanoğlu yaşamında ne şeklide kullanabilir? 
Kuantum kuramındaki süreksizliği anlamakta güçlük çeken aklımız, bu kuramın sunduğu yeni bir dünya gerçekliğini de kabullenmekte zorlanmaktadır. Bu kuram her nesnenin hem dalga hem parçacık özelliği içerdiğini söylemekte, zıt ve karşıt kavram inancını kökünden yıkmaktadır. Bu kuramın felsefesinde güzel-çirkin, iyi-kötü gibi karşıt ayırımlara yer yoktur. Karşıt kavramların biz insanların değer yargılarından türediklerini ve bu tür yapay ayırımların doğada bulunmadığını kavramanın zamanı gelmiştir. Kuantum kuramı bizlere bütünsel ve kapsayıcı bakmamızı önermektedir. Bütünsel bakış yeni bir mantık gerektirir ki bu mantığa ben “Hem-hem” adını vermiş bulunuyorum. 
Bu mantığa göre karşıt kavramlar düşüncenin ürünü olduklarından baştan itibaren ciddiye alınmamaları gerekir. Bu mantık Hegel’in tez-antitez-sentez görüşünden farklıdır. Eytişim (dialektik) mantıkta karşıt öneriler vardır ve onların sentezinden üçüncü bir öneri elde edilir. Ama hem-hem mantığı üçüncü bir öneri aramaz. İkili öneriyi birliğe, tekliğe (vahdete) getirir. Böylece ayırımlardan öze doğru bir düşünce zinciri gelişir. Öze ulaşmanın yolu da Kuantum felsefesini ve mantığını doğru anlayıp yorumlamaktan geçer. Böylece kadim kültürlerin yüzyıllardır israrla sözünü ettiği “Kendini tanı” gerçekleşebilir. Kendini tanımak kendini bir nesne olarak görmek ve dışlaştırmak değil, gözleyen ile gözlenin tekliğine ulaşmaktır. Kuantum kuramı gözleyen ve gözlenenin birbirlerini etkilediklerini ve dönüştürdüklerini ileri sürmektedir. 
Gözlenen ile gözleyen arasında bütüncül bir ilişki bulunduğunu, dışımızda gözlediğimiz var olanların tümüyle bizden bağımsız olmadıklarını kabullenmekte yarar vardır.” 
 Bu gerçeği anlayabilmek, Kuantum kuramının felsefesini kavramakla ve ileri bir farkındalık düzeyine ulaşmakla mümkündür. Doğru yaklaşım varlığın hem nesnel hem de düşünce ürünü olduğunu görebilmektir. Böylece Kuantum kuramının bütüncül ve katılımlı bakış açısı gündelik yaşamımıza aktarılabilir. 
Yeni Çağ adı altındaki bilgilerin yaygılaşması için; gerçekte kuantum fiziği eğitimi almamış kişilerce; kuantum fiziğinin bir kanıt olarak kullanılmasını nasıl karşılıyorsunuz? 
Bir konuyu savunmak için onu her yönüyle incelemiş olmak ve o konuda uzman olmak gerekmez. Ancak, uzmanların görüşlerine saygı duymak ve onların sözlerini doğru yorumlamak önemlidir. Söz konusu uzman kişi sadece kuramın matematik yönünü bilmekle yetinmeyen, ayrıca felsefesini de irdeleyip anlamaya çalışan biri olmalıdır. Uzman kişinin doğru yoruma ulaştığını ve doğru görüşleri aktardığını fark etmek, her insanın kendi yaşam tecrübesi içinde bir deneyim olması önemlidir. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da iyi niyetli davranmak, insanlara yeni ufuklar açmaya çalışmak, karşılık beklemeden yararlı bilgileri aktarmak, uzman kişinin tercih etmesi gereken yaklaşımdır. Kuantum Bilgeliğine erişen Yeni Çağ insanının daha mutlu ve huzurlu olacağı inancındayım. Bunun için de özellikle maddeci ve ayırımcı bakıştan mümkün olduğunca uzaklaşmasında yarar olduğu görüşündeyim. 
Sıklıkla duyabileceğimiz bir bilgi olan; düşüncenin ya da niyetin maddeye etkisi; kesinlik kazanmış olan bir bilgi midir? Bu şekilde yapılmış deneyler var ise; bizimle paylaşır mısınız?
Düşünce de bir tür enerjidir ve her enerji türü gibi maddeye dönüşebilir. Einstein’ın görelilik kuramında ileri sürdüğü E = mc^2 formülü enerji ile madde arasındaki yakın ilişkiye işaret etmektedir. Aslında, düşünce enerjisi ile madde arasında sadece yoğunluk farkı vardır. Enerjinin yoğun hali madde şeklinde belirgin olmaktadır. Şu halde yoğun düşünce enerjisi pekâlâ madde şekline dönüşebilir. Ancak, ‘yoğun düşünce’ sözünden ne anlıyoruz? Doğu bilgelerinin uyguladığı meditasyon tekniği yoğun düşünce enerjisine dönüşebilir. Kesin olarak ‘dönüşür’ demek pek mümkün olmasa da, uzun tekrarlar sayesinde bu konuda ileri bilinç boyutuna ulaşmış olanların düşünce sayesinde maddeyi etkiledikleri saptanmıştır. Fakat düşünmenin çeşitli şekil ve boyutları bulunduğunu unutmamak gerekir. Rasyonel, indirgeyici ve bencil isteklerin hâkim olduğu düşünceden söz etmediğimi belirtmek isterim. Bencil düşünce sadece yapay “ben” kavramını güçlendirir ve insanı doğal olandan uzaklaştırır.
Bu konuda yapılmış olan deneyler olsa da, en kolay ikna yolu insanın kendi yaşamında bu tür deneyimleri yaşaması ve şüphe içermeyen bir farkındalık boyutuna ulaşmasıdır. Duyular ötesi algılama, telekinezi ve telepati konularına ilgi duyanları küçümsemeden ve bu tür deneyimlerihayal ürünü’ olarak yargılamadan, anlamaya ve deneyimlemeye çalışmanın yararlı olacağı görüşündeyim. Bu konuda yapılmış olan birçok deney vardır ve bu deneyler Lynne McTaggart’ın “Alan” adlı kitabında bulunmaktadır.   
Enerji alanlarında geçen “rezonans”  kavramı nedir ve olası örneklerle konuyu açabilir miyiz?
Rezonans kavramı ortak titreşim şeklinde tanımlanabilir. Ortak titreşim her boyutta geçerlidir. Sadece nesneler arasında değil, insanlar ve tüm canlı varlıklar arasında da geçerli olan bir durumdur. Zira her var olan titreşen dalgalardan oluşmuş bir enerji yumağıdır. Enerji madde arasındaki bu ilişkiyi Kuantum kuramı dalga-madde ikilemi olarak tanımlamakla kalmamış, ayrıca deneysel olarak ispatlamıştır da. Eşzamanlı etkileşimler ve oluşumlar insanlardaki ve doğadaki bu rezonans olayına örnek oluştururlar. Ancak rezonansın oluşması için bütünsel bir alanın oluşması ve gözlenen ile gözleyenin birlik halinde olması gerekir.
Örnek olarak, tüm müzik aletleri havanın etkisiyle gerçekleşen rezonans sayesinde ses verirler. İnsan da güzel müziğin etkisinde kaldığında farklı bir hal yaşayarak rezonans boyutuna geçer. Keza, aşk denilen duygu bütünlüğü de enerji bedenimizin ve ruhumuzun rezonans durumuna girmesi şeklinde yorumlanabilir. Aşk deneyimi tümüyle bir birliktelik ve bütünlük sayesinde gerçekleeşir. Bir önceki soruda sözünü ettiğim telepati ve telekinezi olayları da birer rezonans örneğidirler. Çünkü bu tür deneyimlerin gerçekleşmesi için ortak titreşim sayesinde bütünsel bir enerji alanının oluşması gerekmektedir.
Daha genel ölçekli rezonans olaylarından İngiliz biyolog Rupert Sheldrake söz etmiştir. Türlerin fertleri arasında gerçekleşen rezonans olayına “Morfogenetik alan” adını verdiği bir tür enerji alanının neden olduğunu savunmaktadır. Bu savı doğrulamak için yapılmış olan deneylerin henüz kesin pozitif sonuç vermemiş olmalarının nedeni, bu alanın duyular dışı olmasından ve indirgeyici yaklaşımın yetersiz kalışından dolayıdır.
Tasavvuf ve kuantum fiziği  hangi noktalarda kesişebilir? 
İslam tasavvufu ayırımı değil, birlikteliği ve bütünsel bakışı savunur. Amaç, vahdete, birliğe, tekliğe ulaşmaktır. Bu bakımdan Kuantum kuramının felsefesi ile büyük benzerlikler içerir. Bu konuda yazmış olduğum ve her kitapçıda bulunabilecek olan “Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf” adlı kitaba bakmanızı öneririm. 
Hollandalı Fizikçi T’Hooft, Bir atom parçacığının nerede ve ne hızda hareket edeceğini 43 saniye önceden tespit eden bir model geliştirdiğini iddia ediyor. Bu durum  Werner Heisenberg’in  belirsizlik ilkesini teorisi çürütüyor. Eğer ki haber doğru ise, Bu Kuantum Fiziği kavramlarında neleri değiştirecektir? 
Gerard T’Hooft önemli bir fizikçidir ve 1999 Nobel fizik ödülüne layık görülmüştür. Fakat yeni bir yaklaşım içeren modelini 2006 yılında ileri sürmüş olduğundan bu konuda lehinde veya aleyhinde fikir ileri sürmenin henüz erken olduğu görüşündeyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder